Bel Kırıkları
SIRT VE BEL(torakolomber) OMURGASI KIRIKLARI
Bu bölgelere ait omurga kırıkları daha çok 15-29 yaşlar arasında görülmektedir ve erkeklerde daha sıktır. Torakolomber omurga anatomisi ve biyomekanik özellikleri nedeniyle, kırıkların büyük bir bölümü torakolomber bileşke bölgesinde (T12-L2) görülür. Daha az sıklıkla ise alt lomber bölge(L2-L5) seviyesi kırıkları ile karşılaşılmaktadır.


Omurga yaralanmalarının sebepleri arasında motorlu araç kazaları ilk sırada yer almaktadır (%50). Yüksekten düşme (%21), şiddet (delici kesici yaralanma ve darp) (%11), spor yaralanmaları (%10) ve %8 diğer nedenler motorlu araç kazalarını izler. Nadir de olsa karayollarında yer alan hız tümseklerinin de omurga kırklarına neden olduğu bildirilmektedir.



Bu kırıklarda hastanın en sık problemi şiddetli ağrı olmaktadır. Öyleki bazen hastanın kuvvet kaybı olmasa dahi ayağa kalkması ve hareket etmesine hatta yatakta hareket etmesine dahi müsahade etmemektedir. Ağrı genellikle kırık bölgesine lokalize olmakta sinir kök basısı da beraberinde varsa sinir dokusunun yayılımı yönünde yansıyan ağrılar da tabloya eklenebilmektedir.
Bu bölgenin nörolojik işlevleri göz önüne alınarak hastalarda, bacaklarında kısmı veya tam felç( bir veya her iki bacakta), mesane fonksiyonlarında ve barsak işlevlerinde bozukluk(idrar kaçırma, gaita(dışkı) tutamama vb), cinsel işlevlerde yetersizlik veya kayıp, reflekslerin kaybolması, patolojik reflekslerin ortaya çıkması, bacaklarda ve yaralanmanın alt kısmında kalan gövde bölümlerinde his duyusu kaybı ve kozalji denilen hastanın hissettiği yanma, batma vb his kusurları ortaya çıkabilmektedir.
Bu hastalarda kapsamlı bir muayene yapılması esas olmalıdır. Ayrıca beraberinde olabilecek göğüs ve karın(batın) içi yaralanmalar açısından uyanık olmalı ve ilgili uzmanlar ile konsülte edilerek(danışılarak) bu yaralanmalar açısından gerekli tetkik ve gerekiyorsa tedavileri acilen planlanmalıdır.
Torakolomber bölge kırıklarını her zaman cerrahi tedavi etmek gerekli midir? sorusunun yanıtı tartışmaldır. Omurilik ve sinir köklerine ciddi bası yapmayan ve bu nedenle hastada nörolojik kayıp oluşturmayan kırıklarda, ağrı şiddetine( kişinin katlanabildiği ) göre koruyucu tedaviler planlanabilmektedir. Hastaya uzun olmayacak yatak istirahati ve aktivite kısıtlanması ile birlikte kırığın bölgesine uygun dışarıdan destek amacıyla korse ile takip edilmesi bazı hastalarda ilk önce akla gelmelidir. Bu hastaları mobilize ettikten sonra belli süreler içinde kontrollere gelmeleri öğütlenmelidir. Bu kontrollerde kırık bölgede farklılıklar görüntüleme yöntemleri ile takip edilir ve hastanın nörolojik tablosunda gerileme olup olmadığı izlenir. Eğer ki kırık büyümekte ve/veya nörolojik tabloda gerileme izlenir ise cerrahi tedavi seçeneği yeniden gözden geçirilmelidir.
İleri düzeyde torakolomber omur kırığı olmayan ve nörolojik hasarlanması bulunmayan bazı hastalarda vertebroplasti/vertebrokifoplasti uygulaması da düşünülmesi gereken bir diğer tedavi uygulaması olmaktadır. Bu cerrahi yönemde, ciltten küçük bir delikten(halk arasında kapalı ameliyat) ameliyathane şartlarında skopi denilen ameliyathane röntgen cihazı eşilğinde kırık kemik içine girilmekte ve kemik çimentosu(metilmetakrilat) kırık omur içine enjekte edilmektedir. Böylece kırılmış omurun yapısı içeriden güçlendirilmekte ve mukavemeti(dayanıklığı) artan omur ortaya çıkarılmaktadır. Ağrı hemen geçmekte ve hasta işlem sonrası saatler içerisinde korse destekli olarak haraketlendirilmektedir. Ayrıca hasta bu işlem sırasında anestezi işlemine maruz kalmamaktadır.
Torakolomber omurga kırıklarında açık cerrahi tedavinin amacı; öncelikle omurilik ve sinir köklerine baskı yapan kemik parçaların dekomprese edilmesi(temizlenmesi) olmaktadır. Bu sayede mevcut nörolojik işlevi korumak ve/veya iyileştirmek için fırsat yaratılmaktadır. Hastanın genel durumu ve ek patolojileri de gözden geçirilerek en kısa zamanda cerrahi tedavi planlanmalıdır. Nörolojik işlevin geri dönmesi için, mümkün olan en erken dönemde omurilik ve sinir kökleri üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmak hastanın tedavi sürecini kısaltmakta ve daha da önemlisi tedavinin başarı şansını çok arttırmaktadır.
Dekompresyon genellikle sırt veya belin arka kısmından(posteryor) yapılacak müdahale ile sağlanabilmektedir. Ancak bazen omurun ön kısmından(anteryor) da dekompresyon yapmak gerekmektedir. Çok nadiren başvurulacak bu işlemde kırığın yerleştiği bölgeye göre göğüs veya belin yan kısmından girilerek kırılmış olan omur tamamıyla temizlenmektedir.
Anteryor veya posteryordan yapılan dekompresyon sonunda omurganın etkilenmiş olan kısmı temizlenmekle birlikte aynı zamanda zayıflatılmış da olmaktadır. İşte bu nedenle müdahale edilen bu omurga kısmının güçlendirilmesi için çeşitli tıbbi malzemeler geliştirilmiştir.
Son 20 yıllık süre zarfında hızla gelişen tıbbi teknoloji ve bilgiler sonunda yapılan ameliyatların şekli hızla değişmekte ve daha etkin bir hal almaktadır. Önceleri bu tip travmalar sonrasında yapılabilecekler kısıtlı olmaktaydı ve hastalar uzun süreler hareketsiz yatak istirahatine mahkum kalmaktaydılar.
Ancak günümüzde hızlı teşhis ve tedavi seçeneklerine eklenen cerrahi malzemelerin kullanımı ile hastalar bir gün sonra ayağa kalkabilmektedir. Halk arasında genel olarak platin olarak isimlendirilen tıbbi malzemeler ile bu zayıflamış omurga kısmı güçlendirilmektedir. Genel olarak titanyum ve alaşımlarından imal edilen bu malzemeler arasında vida, rod(çubuk), kafes( peek, titanyum) vb destek malzemeleri kullanılmaktadır.
Aslında bu malzemelerin kullanımı hem güçlendirmektedir, hem de kırık olan omurga kısmının kalıcı sağlamlığını sağlayacak füzyon(kaynama) için içeriden korunaklı bir sağlam yapı oluşturmaktır. Füzyon sağlamak için hastanın kendi kemik dokusundan alınan otogreft veya kemik bankasından elde edilen ve özel olarak hazırlanmış kemik parçalar(allogreft) kullanılmaktadır. Ayrıca kemik oluşumunu ve füzyonu hızlandırıcı bazı tıbbi malzemelerde bazı durumlarda kullanılabilmektedir.
Yukarıda bahsedilen tedavi yöntemlerinin amacı, ağrısız, dengeli, stabil(sağlamlaştırılmış) omurga elde ederek hastanın erkenden hareket edebilir(mobilize) hale gelmesi sağlamaktadır.
Bacaklarını hareket ettiremeyen(felç gelimiş) hastalarında bir an evvel oturması sağlanarak kısmı mobilizasyonlarına imkan verilmelidir. İşte bu sayede bu hastaları yatmaya bağlı sorunlarının(yatak yarası, depresyon vb) gelişme riski azaltılmakta ve tekerlekli sandalyede oturabilmeleri sayesinde kendi başlarına hareket etme imkanı verilmektedir.